Dönüş
- Selcan Kırnal

- 20 Eki 2023
- 2 dakikada okunur
"Pipo İçen Kadınlar"ın ilk öyküsü, tüm eksikleriyle, hevesiyle, fazlasıyla, dönüp bakıyorum.
Sararmışsın Füsun. Çokça gün görmüşsün. Varlığından mahcup
belli belirsiz gülümsemen kaç yıldır süslüyor Foto Nadir’in
vitrinini, saymamışsın.
Bu fotoğrafta on yedindesin daha. Âşık olup kanatlanmamışsın
yurdundan. Hasretlik çekmemişsin. Köy meydanından basma
eteğinle, lepiska saçlarını savura savura geçtiğin günler; uzakta
kalmamış henüz. Harman yerinde duruyor parmak izlerin.
Mahallenin kerpiç duvarlarında, bir yılkı atı gibi dolaşıyor
bakışların. Tahta sandalyen, radyo tiyatrosu dinlemek için
sabırsızlandığın saatlere kurulu kalmış. Gölgen, her gece pencere
camı ile kavilleşmiş. İçinde, bir cazgırın sesi kısık.
Annen yine tekne başında, elleri hamurlu. Çemberinin altından
düşen saçlarını arkaya atıyor, öpülmemiş parmaklarıyla. Uzakları
görmemiş gözleri, yılgın. Üç çocuğuna ninni söyleyen ağzı, sevda
sözleri fısıldamamış başka bir kulağa.
Baban divanda bağdaş kurmuş, yemeğin hazır olmasını bekliyor.
Askerlik anılarını anlatıyor durmadan; silahını temizleyen
ranza arkadaşının onu nasıl yaraladığını, bacağının oluk oluk
kanadığını. Bilmem kaçıncı kez. Bağ, bahçe ile uğraşırken olan
ufak tefek kazaları saymazsak, aldığı tek yara bu. Onu da kendi
seçmemiş. Bir sayrılığı yok, bir yengisi yok. Hudut belli, cesaret
edip atlamamış o çitten. Önce sağ, sonra sol ayağıyla geçtiği
eşiklerden geri dönmüş hep.
Hava kapanıyor, kasabanın yolları taşlı.
Valizin ağır.
Uzakta bir traktör sesi.
Zehra ve Leyla’nın kasnakları kanepede, iğneleri yere saçılmış.
Kanaviçeleri de aynı desen. Kardeşlerin; sanki ikisi aynı kişiymiş
gibi, kasabalıların isimlerini ezberlemeye tenezzül etmediği, kanlı
canlı iki hayalet. Yazgıları da birörnek. Hayalleri, türlü şekillere
benzettiğiniz bulutlarla birlikte dağılmış iki küçük kız. İki kardeşle
evlendirilmiş iki kadın.
Elektriklerin kesik olduğu bir akşam. Muhtarın o acınası işe
yarama isteği kaplamış tüm odayı. Çayını höpürdeterek içtikçe,
gaz lambasının soluk ışığı sallanıyor. Ellerini ileri ata ata, fersiz
gözlerini aça aça anlatıyor. Bozuk sokak lambaları için dilekçe
yazmış “hükümete.” Elektrik tellerini de yeniletecekmiş. Yeni
gelen kaymakam da onun elinde büyümüş, iyi çocukmuş, bir
dediğini iki etmezmiş. Hiç susmayacak gibi. Kendini “mühim”
hissetmek arzusuyla, ruhu bedbaht adamların arasında geçiriyor
tüm vaktini. Karısını bile gördüğü yok gözünün.
Bakmayın öyle. Söylemiştiniz; o oğlandan hayır gelmez, ondan
koca olmaz, diye. Kumarbazmış, hergeleymiş.
Kenan sevdi seni. Kendince, olduğu kadar. Sen fil adımlarıyla
koştun kente. O, çekirdek kabuğu taşıyan karınca adımlarıyla
yürüyüp durdu. Alımı çalımı bu kasabada kaldı onun.
Tanıdılar mı seni? Bakmayın öyle. Gördüğünüz Füsun değil.
Yağmur dökecek.
Şimdi girsen içeri, sarılsan Nadir Amca’nın boynuna. Ben geldim
desen, buraların kokusunu çeksen içine. Yörenin tüm yüzlerini
tanıyan bu adam, hatırlar mı seni?
Karadutlar, lezzetli midir çocukluğundaki kadar? Annenin yanık
bağrı, ak mıdır eskisi gibi? Ya babanın elleri, tütün sarısı mıdır
hâlâ?
Yağmura aldırma Füsun. Sığınma bu dükkâna. Hızlandır
adımlarını. Evin yakında. Vakit akşamüstü. Şemsiyesiz gezdiğin
sıradan günlerden biri, bugün..






.