top of page

Konstanza'nın Koltuğu

  • Yazarın fotoğrafı: Selcan Kırnal
    Selcan Kırnal
  • 13 Eyl 2023
  • 2 dakikada okunur

Canımın istediği gibi davranmamın beni havalı bir azizeye mi yoksa acınası bir ahmağa mı dönüştürdüğüne karar veremediğim bir günün ertesiydi. Bir kez daha, yeni bir kölelik bulmadan eskisinden istifa etmiştim. Tek istediğim daha az mutsuzluktu. Hangi işi yaparsam kendimden daha az nefret edeceğimi, içimde daha az boğulup dışıma daha az taşacağımı kestiremiyordum. Kapılar sokaklara, pencereler Monet tablolarına açılmasa da balkona çıkıp kirli havayı içime çekmeye karar verdim.


Konstanza’nın yıkıntılar arasındaki yeşil koltuğuna takıldı gözüm. Hayvanat bahçesindeki bir ayağı zincirli dev fil gibi, Konstanza da yaşamının etrafında döner dururdu. Çevresi ateşten bir çemberle çevriliymişçesine kentlere, kelimelere, siluetlere dokunmaz; kafese tıkılmış vahşi bir hayvanın telaşını yaşamazdı. Krem rengi kasketinin altındaki gözleri kimseye değmez, ince ağzı mahalleye sahte sesler armağan etmezdi. Kumaş pantolonunun İspanyol paçaları ise evin yolundan başka yol görmezdi.


Yeni doğmuş gibi yalnızdı Bay Konstanza. Sanki öylece dünyaya bırakılıvermişti. Evrendeki tüm hazlardan, kahırlardan, sıfatlardan muaf tutulmuş gibiydi. Tanrıların, kendisinden intikam almak isteyeceği türden bir adam olmadığı için de başına çok büyük felaketler gelmezdi. Sevgisi de cümleleri de görkemli değildi. Çocuk olup eriklere dalmış mıydı ya da uçurtma olup kanat takmış mıydı, küçük bir anarşiste yakışır biçimde akşam ezanı okunduktan sonra kan ter içinde evine dönmüş müydü hiç?


Belki de istemeden genel kanıya başkaldırmış, sürekli bir işte çalışmamıştı. Sadece şarap ve kavun parası için günlük işler bulur, cüzdan taşımaya gerek duymaz, çamaşır yıkamadan önce ceplerini boşaltmakla uğraşmazdı. Tanış olmadığı Bertrand gibi ‘’çok çalışmanın abartılmış bir erdem’’ olduğunu düşünse de aylaklığın da hakkını vermezdi


Bay Konstanza’nın kenarları maun ağacından yapılmış retro yeşili koltuğuna uzun süre baktım. Kendi yaşamımın sefaletine aldırmadan onun hakkında düşünmeye, varsayımlarda bulunmaya devam ettim. Konstanza yazgısına isyan etmez, Tolstoy’un bisikletine binmezdi. Kara kedilerin uğursuz olduğuna inanmaz, akreple yelkovanı ayırt edemezdi. Çizgilere basarak yürür, yıldız kayınca dilek tutmazdı. Nadiren çekildiği fotoğraflarda gözü kapalı çıkar, otobüslerde hep ayakta giderdi. Sabah kalktığında rüyalarını unutur, ekmeğine yağ sürmezdi. Kelebeklerin ayaklarıyla tat aldığını bilmez, sineklerin acıkınca ellerini ovuşturduklarını zannederdi. Nakaratını hatırlayamadığı şarkıların yerine sözler uydurmazdı.


Ömrünün hiçbir döneminde leyleği havalanırken görmemiş, müptezel kelimesinin anlamını merak etmemiş bu görünmez adamın mahreminde daha ne kadar dolaşacaktım? Onunla hasbıhal etmemiş olmamız, bana sonsuza kadar konuşma hakkı mı veriyordu yoksa? Son günlerin müzmin işsizi, kendi yaşamını daha değerli, daha dişe dokunur mu buluyordu? Ya da bu lakırdılar, babasının hiçbir zaman okumayacağı bir öyküde yeni bir karakter mi yaratacaktı?


‘‘Beterin beteri var’’daki betere bakıp kendi haline şükretmeyi bir avuntu biçimi kabul etmeyen ben, ihtimaller zincirinin hangi halkasına tutunacaktım? Kesin olan şuydu ki; gece köpekler koro halinde havlamaya, ismini babasının babasından alan çocuklar doğmaya devam edecekti…


Bay Konstanza’nın ruhuna Turgut Uyar dizeleri okumaya ve hanımeli yetiştirmeye karar vererek balkondan içeri girdim. Eğer kulaklarım bana tarihin en büyük yanılgısını yaşatmadıysa, bir deli bağırarak koşuyordu:


‘’Renklerimi bana geri ver Bay Kievslowski!’’



Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page