Mrs. Dalloway is Always Giving Parties to Cover the Silence ya da Ayaklar Altında Gölgeler
- Selcan Kırnal

- 30 Kas
- 3 dakikada okunur
“Ben ne istediğimi bilmiyorum. Sen yoluna bak. Bensiz daha iyi olacaksın.”
Rüyamda bir barınak aracını kovalıyordum yine. Pakize’yi o katil belediyelere kaptırmamak için koşuyordum soluk soluğa. Komşular donuk yüzlerle izliyordu beni kapalı balkonlarından. Gördüm göz ucuyla. Sonra başka köpekler. Bu kâbus nereye kadar sü-
Yeni Yasa çıktığından beri huzurum yok hiç. Günlerin hayhuyu içinde debelenirken dirgenle öldürülen yavru, havuzda boğulan, açlıktan birbirine kırdırılan, zehirli iğneyle ciğerleri parçalanan, çöplüklere atılan kedi ve köpekler; çıkmıyor aklımdan. 5199 da kanundu madem, niye uygulamak için canla başla çalışmadınız, diye haykırmak istiyorum avazım çıktığı kadar. Arkadaşlarımın hayvan katliamına bu kadar sessiz kalmasına çok kırgın içim. Türcü olduklarını kabul etmek istemiyorum hiçbirinin.
Geçen yaz, az pankart hazırlamadık Murat’la. Aktivist, muhalif gazeteci, sevgilim.
“Kısırlaştır Aşılat Yerinde Yaşat”
“Sokaktayım Yanındayım”
“Irkın Yasaklısı Olmaz”
Miting miting dolaştık. Aşıktık. Memleket bu haldeyken. En çok da bu haldeyken sevmiştik birbirimizi. Kalabalığın içinde, sağ omzumun üzerinden onun bana bakan yüzünü görmek kadar iyi gelmiyordu hiçbir şey.
Nasıl da geçirmiştik tırnaklarımızı hayata. Uçurum bitiminde yan yana tutunmuş iki inatçı çalı. Birbirimize bakıyoruz. Birbirimizi görüyoruz. Aşağısı tehlike, gökyüzü sonsuz olasılıkla dolu. Aynı anda iki elimizi birden kaldırırsak kayboluruz. Ben sanmıştım ki Murat-
“Ben ne istediğimi bilmiyorum. Sen yoluna bak. Bensiz daha iyi olacaksın.”
Zırrrr zırrrr zırrr
Çalsın dursun telefon. Konuşamam, yalnızca yürüyüş.
Yaralı bir hayvan gibiyim. Kimse ilişmesin bana, birileri bulsun beni. Daha önce hiç bürünmediğim bir benlikle hayata karışayım, rastgele önüme çıkan tüm aynalara bakayım, rastgele insanların arasında nasıl göründüğümü bileyim.
“Ben ne istediğimi bilmiyorum. Sen yoluna bak. Bensiz daha iyi olacaksın.”
Ya da herkesi eve toplayıp Mrs. Dalloway gibi- Kafamdaki ses. Yankı yapma be!
Uzun bir gün olsun istiyorum. Alabildiğine yürümek. Telaşsız. Metroya yetişmeye çalışan insanları kızdırmayı göze alarak. Karşılaştığım herkesi iyiden iyiye süzerek. Şu sarı çiçekler. Neydi adı. Yas sürecinin bitimi şerefine arkadaşlarımı eve toplayıp davet vermek mi? Davet? Daha önce hiç ev partisi düzenlemedim ki.
Bu İstanbul Çiçekçisi neden bu kadar pahalı? Siktir et, bizimkilere yaş mama ziyafeti çekerim o paraya. Hem Murat’ın yokluğuna alışmış değilim, nereden çıktı şi-
İzmaritler...Ağır Malboro kokusu, birbirine zincirlenen duman halkaları, bombeli cam küllük... Bağırışlar, annemin öfkesi, babamın sessizliğinin ardından çarpılan kapılar. Titreyen eller ve biri bitmeden diğeri yakılan sigaralar. Küçücük bir kız çocuğu iken annemin sigaraları yediğine inanırdım ben. Televizyon camını tıklatan Hugo’nun bizi gördüğüne inandığım gibi. Sana inandığım gibi.
Gidişinin ve sigarayı bırakmamın 13. günü. Ne zamanlama ama!
Eşyanın tabiatına aykırı bir şey olsun istedim. Sen gittiğinden beri tuttum kaktüse her gün bir bardak su verdim. Hani şu kitaplığın en üst rafında duran. Eve gelirken bir paket krema al demiştim de sen markette bulamayınca bir tane sukulentle çıkagelmiştin.
İliklerine kadar biliyorum seni Murat. Babasının ardından ilk ve son kez ağlayan iki yaşındaki pencere çocuğunu da ödül yemeğinde kardeşimle tanışmamak için usulca ortamdan sıvışan 32 yaşındaki adamı da gördüm ben Murat. Senden yapabildiğinden fazlasını istemedim ki Murat. Olduğun gibi yaşayalım dedim Murat. Neyine yetemedim Murat. Sen korkağın teki-
“Ben ne istediğimi bilmiyorum. Sen yoluna bak. Bensiz daha iyi olacaksın.”
Bu yerdeki yayvan, tüylü şey de ne. Kuyruğuna bakılırsa bir fare. Bir sıçan. Bir patkan. Onu yaşarken görse çığlık çığlığa kaçışacak tipler leşine basmakta beis görmüyor. Hatta varlığını fark etmiyorlar bile. Şu şey, siyah, dağılmş, kirlenmiş, yassı şey. Belki bir güvercin kanadı, birbirine geçmiş poşet yığını. Kentlerin birbirine benzeyen atıkları. Kokusuz. Sahi, ne zaman başladık ölülere alışmaya?
Önceden Malboro Touch Blue kokardım, sen severdin nedense bu kokuyu. Tahrik bile ederdi seni. Boynumda kalan son morluk da geçmek üzere. İzler, izmaritler, sesler. Geçmişe dönmek ve kot ceket giymek için iyi bir gün değil. Düşünemem, yalnızca yürüyüş.
Bana bunları söyledin mi sahiden, dudaklarının arasından çıkıp kulaklarıma değdi mi bu sözcükler. Alelade bir salı günü. Yolda el ele tutuşmuş, “Gibi” repliklerine gülerken üstelik. Oldu mu tüm bunlar? Hayır hayır. Bir mazgal konuşamaz ve içinden kırmızı balonlu bir palyaço çıkamaz.
“Bir paket Malboro Touch Blue alabilir miyim?






Yorumlar